Doksanlar Türkiyesi — 3- 28 Şubat
Adeta terörün pençesinde geçen 1996'dan sonra gelen 1997 yılı Türkiye için yıllarca unutulmayacak olaylara ve gelecek 30 yılını bizzat etkileyecek siyasi dönüşümlere tanıklık edecekti. Yılın gündemi yine yeni yeniden irtica ve laiklikti, baş aktör ise kendini Cumhuriyet ve Atatürk inkılaplarının bekçisi olarak tanımlayan Türk Silahlı Kuvvetleriydi. Serinin bu yazısında Türk siyasetine damga vurmuş ve tarihe ‘’postmodern darbe’’ olarak geçen 28 Şubat sürecinden ve Adalet ve Kalkınma Partisinin doğduğu koşullardan bahsetmeye çalışacağım.
Necmettin Erbakan ve partisi RP, iktidarlığının ilk gününden itibaren TSK’nın ve Atatürkçü kesimlerin gözünde irticanın ve gericiliğin bayrak taşıyanı olarak görüldü. 1995 seçimlerinden birinci parti olarak çıkan Refah Partisi, mecliste güvenoyu almak için yeterli milletvekiline sahip olmaması ve mecliste üyesi bulunan diğer partilerin destekte bulunmaması nedeniyle hükûmeti kuramadı. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Demirel seçimde üçüncü gelen Anavatan genel başkanı Mesut Yılmaz’a hükûmeti kurma görevini verdi ve Anavatan Partisi ile DYP ortaklaşa 53. Hükümeti kurdular. Ancak bu hükûmet yalnızca üç ay sürdü. Cumhurbaşkanı Demirel, hükûmet kurma görevini ikinci kez Erbakan’a verdi ve Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi’nin oluşturduğu koalisyon hükûmeti 28 Haziran 1996 tarihinde Cumhurbaşkanı Demirel’in görevlendirmesiyle kuruldu. 28 Şubat sürecine kadar göreve devam ettiler, 28 Şubat ile birlikte Necmettin Erbakan dönemin cuntası tarafından siyaset sahnesinden düşürüldü. Peki 28 Şubat’ı ne getirdi? yaşanmasının ve yaşandıktan sonrasının etkileri nelerdi?

Olaylar aslında 3 Şubat 1997'de Ankara Sincan Belediyesi’nin Filistin’e destek amacıyla düzenlediği ‘’Kudüs Gecesi’nde’’ atılan şeriat sloganları ile başladı. Geceye İran Büyükelçisi’nin katılması ve atılan sloganların radikalliği gecenin basına yansımasına neden oldu. 21 Şubat 1997'de Sincan’da yapılan Kudüs Gecesi’nin ardından karşılıklı yapılan sert açıklamalardan sonra Türkiye ve İran Büyükelçilerini çektiler ve asker kanadından ilk açıklama geldi , Genelkurmay 2. Başkanı Org. Çevik Bir, İran’ın terörist devlet muamelesi görmesi gerektiğini belirtti. Bu ifade aslında başlayacak olan sürecin ön gösterimiydi. Bu etkinlik adeta 28 Şubat’ı gerçekleştirenlerin eline bir koz vermişti bu durum Erbakan’ı oldukça zor bir durumda bıraktı. 28 Şubat’ta toplanan MGK’nın ana konusu artan irticai eylemler ve hükümetin laikliğe karşı olan bakış açısıydı. Laikliğin yılmaz bekçisi olarak görülen TSK ve mensupları toplantıya kalın dosyalar ve oldukça sert bir üslüpla, hazırlanarak gelmişlerdi. Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya’nın, TSK’nın 18 maddeden oluşan istek listesini Erbakan’a emredermiş gibi sunması ve daha maddeler hükümet tarafından değerlendirilip, onaylanmadan TSK’nın medyaya maddeleri servis etmesi daha önce planlanmış eylemler olarak değerlendirilebilir. Amaçları Erbakan ve Çiller üzerinde bir medya baskısı oluşturarak sundukları maddeleri kabul ettirmekti. Fakat Erbakan sunulan bu maddeleri imzalamakta pek aceleci davranmama eğilimindeydi, bu durum askeri kanadın iyiden iyiye sabrını taşırmak için yeterliydi. Erbakan süre kazanarak diğer siyasi partileri kendi tarafına çekmeyi ve olası bir darbeyi önlemeye çalışıyordu fakat ne siyasi nede sivil toplum kuruluşları ve iş çevrelerinden destek bulabildi, adeta yapayalnızdı. TSK’nın isteklerinden bazıları şunlardı; Laiklik tartışılamaz ve uygulamaları engellenemez. Tarikatlar ile bağlantılı tüm kurumlar, ayrıca kuran kursları DİB’e ve MEB’e bağlanacak, Cumhuriyet ve Atatürk ilkelerine bağlı din adamları yetiştirecek kurumlar inşa edilecek, Atatürk’e karşı yapılan saygısızlıklar 5816 sayılı kanın ile takip edilecek ve 8 yıllık kesintisiz eğitim uygulanacak. Bu isteklerin haricinde iktidar ortağı olan Çiller’in ‘’din üzerinden siyaset yapılmamalı’’ açıklaması Erbakan’ı iyice zor durumda bırakmıştı. TSK, hemen hemen her gün ‘’irtica’’ hakkında bir açıklama yapıyor ve gündemi sürekli Erbakan’ın aleyhine canlı tutmaya çalışıyordu, amaç başbakanın kendi rızası ile istifa etmesiydi, açıktan darbe yapılmak istenmiyordu. Erbakan’ın basına verdiği açıklamalar ve sanki hiç bir sorun yokmuş gibi olaydan bağımsız açıklamaları ona olan güveni fazlasıyla sarstı, bu süreçte basına olan eleştirileri halk tarafından yeterli bulunmadı. Kısacası Erbakan bu süreçte hem askerler tarafından hem de yanlış politik hamleleri yüzünden yalnız kalmıştı. Türk-İş,DİSK ve KESK’in MGK bildirisine destek vermesi artık Erbakan’ın kaçabileceği tüm yolları kapattı ve 5 Mart 1997'de belgeyi imzalamak zorunda kaldı. Belgenin imzalanması bir gerçeğin daha açık bir şekilde görülmesine neden oldu, Erbakan kaybetti, TSK kazandı. (Hükümeti ve ordusu çatışan bir devlet…)

Erbakan’ın imzası ipleri TSK’ya bırakmıştı ve süreci RP’nin kapatılma davası izledi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ‘’laikliğe aykırı’’ olduğu gerekçesiyle kapatma davası açıldı, Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir iktidar partisi kapatılmak isteniyordu. Bu süreç esnasında Erbakan’ın verdiği demeçler kendi tabanında bile şaşkınla karşılandı, Erbakan, Refah Partisi laikliğin teminatıdır, bekçisidir diyerek süreci durdurmaya çalıştı fakat inandırıcı olmadı. Tam bu süreçte iktidarın diğer kanadında istifalar art arda gelmekteydi, 40 milletvekili ve 2 bakan Cumhurbaşkanı Demirel’in tavsiyelerine uyarak DYP’den istifa ettiler. Bu adım Cumhurbaşkanı Demirel’in olaylarda kimin tarafında olduğunu açıkça belli etti, açıkçası dışarıdan bakıldığında mantıklı gözükse de ironik bir tarafı vardı bu durumun. Yıllarca vesayet sisteminin varlığından müzdarip olan, 27 Mayıs’ı, 12 Mart’ı ve 12 Eylül’ü yakından tecrübe etmiş olan Demirel, 28 Şubat’ta askeri kanadı destekleyerek her ne kadar kendi için makul bir adım atmış olsa bile o güne kadarki tüm siyasi kariyeri ile çelişkiye düşmüştür.
Erbakan, üzerindeki baskıyı kırmak adına bir yol üretti. Asker erken seçim istiyordu bunun üzerine Erbakan istifa etmeyi kabul etti lakin hükümetten çekilmeyi düşünmüyordu. İstifa ederek makamı Çiller’e bırakacak, kendi başbakan yardımcısı olacaktı bunun için Refah-Yol ve dışarıdan BBP desteği planını yapmıştı. Muhsin Yazıcıoğlu bu teklifi kabul etti lakin Cumhurbaşkanı askerin müdahele etmesinden korktuğunu belirterek yeni bir hükümetin daha iyi olacağı kanaatiyle hükümeti kurma görevini ana muhalefet partisine yani Anavatan’a verdi. Bu çoğunluğu elinde bulundurmasına rağmen Refah-Yol hükümetinin sonu anlamına geliyordu. Türkiye’nin içerisinde bulunduğu ortam tam olarak bu şekildeydi, demokrasi adına yapıldığı iddia edilen eylemin anti demokratik şekillerde yapılıyor olması gerçekten fıkralara konu olacak kadar komik ve bir o kadar da utanç doluydu. Erbakan’ın fişini Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel çekti, 1940'lı yıllarda İTÜ’den sınıf arkadaşı, 70'li yıllarda koalisyon ortağı olan bu ikili yaklaşık 50 yıl süren mücadelelerindeki son dansı bu şekilde yapmış oldu, Demirel yılların ona kazandırdığı kıvraklık ile olaydan tertemiz çıktı, Erbakan ise o kadar şanslı olamadı.

Dönemin en büyük medyatik gücü Cumhuriyet ve Hürriyet gazeteleriydi. Gazeteler süreçte TSK’nın basın aracı gibi çalışarak Laiklik adına hizmetlerini yerine getirdiler. Hükümetin son hamlesi belkide darbeyi fiilen gerçekleştirmeye yönelikti, Çiller hükümeti kurtarma adına MGK bildirisine imza atan paşaları emekle etme teklifinde bulundu fakat bunu Erbakan onaylamadı, bunun darbeye neden olacağını söyleyerek sorumluluktan kaçtı. Genel olarak Erbakan’ın bu çekingen tavırları aslında kendi sonunun hızlı gelmesinde etkili oldu diyebiliriz, Erbakan, hükümeti süresince aldığı karar kadar almaktan çekindiği kararlar ile gündeme gelmiştir. Bu durum tabiki olayların yaşandığı atmosferde değerlendirilmelidir lakin bir idareci netice itibariyle bazı sorumluluklardan kaçıyorsa sonra yaşanacak pek çok durum onun aleyhine işleyecektir, bu kaçınılmaz bir süreçtir. Erbakan 28 Şubat sürecini iyi yönetemediği için kaybetmiştir, tüm çevresel olumsuzluklar içerisinde bu sonuç normaldir.
Cumhuriyet’in 55. Hükümeti Demirel’in onayı ile ilan edildi; Ana-Sol-D!
Yılmaz’ın ANAP’I, Ecevit’in DSP’si ve Demirel’in kırk yıllık dava arkadaşı Hüsamettin Cindoruk’un DYP’den istifa edenlerle birlikte kurduğu DTP (Demokratik Türkiye Partisi) yeni ortaklardı. Yeni bir hükümet vardı lakin ipler TSK’nın elindeydi, yeni hükümetin Laiklik için iyi olacağını düşündüler çünkü yeni isimler onların istediği gibiydi. Asker ilk olarak 28 Şubat kararlarının uygulanmasını emretti sonra ‘’irticacılara yönelik operasyonlar’’ olarak adlandırılan süreç başladı. Refah Partisi ile ilişkili olan siyasiler,akademisyenler,bürokratlar,yöneticiler ve memurlara yönelik baskılama süreci başlatıldı. İstanbul Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan’ın ve Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek’in istifaları istendi, tabi bu basına yansıtılmadan yapıldı. Bu süreç Mesut Yılmaz’ı rahatsız ediyordu, başbakan oydu lakin özgür bir çalışma ortamı yoktu ve herşeye Batı Çalışma Grubu adına Orgeneral Çevik Bir karar veriyordu. Asker de Yılmaz’ın hoşnutsuzluğundan şikayetçiydi, ordu içerisinde bir grup silahlı müdaheleyi yapmaları gerektiğini düşünüyorlardı fakat büyük paşalar bu sorumluluğu almaktan çekiniyor, darbeci profilini istemiyorlardı ( sanki şu an öyle anılmıyorlarmış gibi..) Yılmaz’ın sert çıkışları ve askere kışla yolunu dolaylı yoldan tarif edişi ortamın ateşini iyice harlıyordu. Asker irticacıların tasviyesini bekliyordu lakin Yılmaz’ın sert ve çözüm odaksız eleştirileriyle karşılaştılar, 20 Mart 1998'de çok sert bir dille yazılmış olan ultimatom niteliğindeki bildiri Yılmaz’a açık bir mesajdı. Terör ve irtica ile mücadele TSK’nın ana görevidir, hiç bir kimse TSK’yı bu yoldan çeviremez! Bu süreç yaşanırken Refah kapatıldı ve Necmettin Erbakan, Şevket Kazan, Ahmet Tekdal, Şevki Yılmaz, Hasan Hüseyin Ceylan ve İbrahim Halil Çelik’e 5 yıl süreyle siyaset yasağı getirildi. Refah tarih olmuştu, Erbakan’ın yasaklanışı kitleleri derinden etkiledi. Milli Görüş bölündü, gelenekçiler Erbakan’ın yolunu izlemeye devam ettiler yenilikçiler ise daha sonra adını çok sık duyacağımız bir oluşum ile yollarına devam edeceklerdi, Adalet ve Kalkınma Partisi.Bu sırada Ana-Sol-D hükümeti daha fazla dayanamadı ve CHP’nin (dışarıdan destekliyordu) desteğini çekmesiyle TBMM’de azınlık olarak kaldı ve yapılan gensoru hamlesiyle de düşürüldü. 28 Şubat süreci iki iktidar eskitmiş oldu.
Kısaca özetlersek 28 Şubat süreci Milli Görüş’ü tam içeriden böldü, Erbakan’ı siyaset sahnesinden sildi ve yeni aktörler için uygun ortamı temin etti (Erdoğan,Gül,Arınç). İrticayı yok etme bahanesiyle demokrasiyi yok sayarak meşru hükümetleri düşürdüler ve Türkiye’nin yönünü yeniden Meclis yerine kışlaya çevirdiler. 28 Şubat süreci İslami kesime yönelik yapılmış bir engelleme girişimiydi, Erbakan’ı siyaset sahnesinden silerek irticayı engelleyeceklerini sandılar fakat bu olayların tümü daha sonraları ortaya çıkacak olan AK Parti’nin kuruluşunu hızlandırmaktan başka bir işe yaramadı. 28 Şubat, onu yapanlara göre 1000 yıl sürecekti fakat doğru düzgün 5 yıl bile sürdüğü söylenemez. Muhafazakar kesime yönelik bu hareket, taraflı tarafsız bir çok insana bu kadarı da olmaz dedirtti ve bir mağduriyet yarattı. Bu mağduriyet AKP iktidarını oluşturdu ve yıllarca iktidarda tuttu ve belkide tutmaya devam edecek. Lafın özü, 28 Şubat süreci Türkiye demokrasisine vurulmuş olan bir darbeydi, kendisi 1000 yıl sürmedi sonuçları kendinden sonra gelecek olan nesilleri derinden etkiledi, etkilemeye devam ediyor.
28 Şubat bir yaraya merhem olamadı aksine o yarayı büyüttü çünkü otokratik ve anti-demokratik olan hiçbir yapı çözüm üretemez, tam tersine çözümü imkansız kılar. Asker müdahil etmemiş olsaydı, seçimle gelen Erbakan seçimle gitseydi ve yasaklanmasaydı Erdoğan ve arkadaşları kendilerine uygun ortamı bulamayacaklar ve iktidara giden yola hiç çıkamayacaklardı.
